16 Ocak 2010

Sherlock Holmes


Özellikle Swept Away, RocknRola gibi filmlerle bir süredir kariyerini baltalayan Guy Ritchie, Holywood yapımcılarını arkasına aldığı yeni projesi Sherlock Holmes ile bir kez daha seyircisinin karşısında…

Ben gönlümü Hercule Poirot’a kaptırmış olsam da :) Holmes, dedektif kahramanlar içerisinde belki de en meşhur ve en çok sevilenidir.

Kendisi de Dr. olan Arthur Conan Doyle'un elinden 1854’de doğan bu asosyal detektifin ilk hikâyesi olan “Kızıl Soruşturma” 1887 yılında gazetelerde basılınca popülerleşmiş ve arkası gelmiş. İlk kez 1905 de sessiz ve renksiz sinemada kısa bir filmle başlamış olan Sherlock Holmes uyarlamaları, sadece sinemada değil tiyatro, radyo ve televizyonda da tüketilmiştir.
Ana karakterimiz olan Holmes, (Robert Downey Jr) olayları gözlemleyerek çözmesi ile ünlüdür. Olay etrafında var olan tüm eşyalar onun için delil, ipucu olabilir… Kan damlasından, el yazısından, ayak izinden, sigara izmaritinden yola çıkarak sonuca ulaşabilir. Holmes, karakter olarak bohem, kendini odasına kapatıp keman çalan, tıbbi ve biyolojik deneylerle uğraşan, çok iyi eskrim yapan, işiyle ilgili olmayan hiçbir konuya ilgi duymayan, havadan sudan bile konuşmayı beceremeyen bir adamdır, hatta tek arkadaşı olan Dr.Watson’a, "Dünyanın güneş etrafında döndüğünü bilmek işime yaramıyorsa, neden bu bilgiyi saklı tutayım ki" gibi hiper pozitivist bir cümle kurabilmiştir.

Tabi kafamızda canlanan Holmes’u, filmde biraz daha modernize olmuş olarak izliyoruz, Hollywood’sal komedi unsurlarının dışında “yuvarlak şapka-uzun pipo”su bile değişmiş. Bir başka değişiklik de Dr. Watson’un duruşunda. Dr.Watson hikayede çok değerli bir karakter malum, (hatta bir ara Doyle öykülerden Dr.u çıkarmış ama aldığı tepkiyle geri adım atmıştı.) yazarın okuyucuya anlatmak istedikleri onun Holmes'e sorduğu sorular sayesinde ortaya çıkıyordu. (Biraz Hercule Poirot ve Hastings ilişkisi) Ancak filmde Dr., Jude Law’un -başarılı oyunculuğu ile- fazla karizmatik olmuş.

Irene Adler, Holmes serisinde sadece bir öyküde “Bohemya’da Skandal”'de ortaya çıkar, Sherlock’u tuzağa düşürür ve haliyle ilgisini çekmeyi başarır… Bir öyküsünde nişanlanan onun da sonunu getiremeyen Holmes, yine öykülerden birisinde, ilişkiye bakış açısını, kadınları “sorunları varken ilginç bulduğunu” söyleyerek belli etmişti.
Filmde Holmes’ün hikayelerindeki ünlü kötü Moriarty (hatta Holmes’i öldürecek) sadece silüet olarak kalırken, yerini Lord Blackwood alıyor. Hatta sinema dergisinden okuduğum kadarıyla Moriarty’yi canlandıracak oyuncunun Brad Pitt olduğu dedikodusu yayılmış durumda ancak şimdilik Warner Bross bunu yalanlamış.

Aslına bakarsanız Guy Ritchie, sinemaya dönmek için kendine iyi bir konu seçmiş, bunu biraz daha İngilizvari yapabilseymiş (Lock stock and two smoking barrels’daki gibi), gerçekten film kusursuz olacakmış. Tabi bu tip modern uyarlamaların ABD'li yapımcı desteği(kösteği) ile biraz daha aksiyon haline gelmesi kaçınılmaz. Sonuç kötü mü, değil. Ben filmde çok eğlendim. Ama yine de filmi, Sherlok Holmes’u okumayanların daha çok seveceğinden eminim. Çünkü okurlar/hayranlar kafasında canlananın -çok dışında- bir şey görmeye bazen alışamayabiliyor.
(Dr. Watson-Holmes diyalogları, o meşhur silindir şapkalı asık suratlı adam)

1905 den bugüne 70’den fazla oyuncunun 200’den fazla filmde Holmes ve Watson’ı canlandırdığı düşünülürse bu karakteri bir 10 sene zarfında tekrar sinema salonlarında göreceğiz gibi geliyor, bu modernize olan bir versiyon, bence görülmeye değer.


EK: Aslında varolmayan bu detektifin kitaplarda her zaman adresi olarak gösterilen ve bugün müze olan evi İngiltere'de Baker Sokak 221B'de, Londra’ya yolu düşenler uğrasın :)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder