26 Aralık 2011

The Future

“Gelecek” filminde Miranda July bizi, modern dünyanın yalnızlaştırdığı bir çiftin beraberliklerinin son dönemine götürüyor. Miranda July’nin kendisinin canlandırdığı Sophie, başlangıç seviyesindeki çocuklara bale öğretmenliği yapıyor ama esas istediği şey kendisi için yeni bir dans türü icat etmek. Jason’un ise evden dışarı çıkmasını gerektirmeyen, arayan kişiye telefonla teknik-destek sağlamasının yeterli olduğu bir işi var.
Arkadaşlarıyla ve çevreleriyle bağlarını kopartmış görünen bu yalnız çift, olaysız hayatlarına bir “yenilik” getirmeye karar veriyorlar. Bu yeniliğin adı - aynı zamanda hikayenin de anlatıcısı- sakat sokak kedisi - Paw-Paw.
Romantik-fabl devam eden filmde, (seslendirilmesini pek sevmedim) anlatıcı kedi Paw-Paw’un resmettiği çiftimiz; Otuzlu yaşlarının sonlarına gelmiş, hayatlarının monotonlaştığını fark edip bunu alelacele değiştirme çabasına girişen bir çift.  Neredeyse 40 yaşında geldikleri halde bulundukları noktadan pek memnun olmayan bir portre çiziyorlar. Bunun paralelinde hayatlarına aldıkları “tek yenilik” olan Paw-Paw onları bir anda orta yaş bunalımına sokuyor. Aniden, kedinin sorumluluğunu almak için bekleyecekleri 30 gün, gelecekleri ile ilgili bir şeyler yapmak için son zamanları oluveriyor ve bu süreyi hayatlarının son otuz günü gibi yaşamaya başlıyorlar.
Sophie ve Jason bir nevi hayata dönme ile ilişkilendirdikleri bu süreçte pek çok yeni şey yaşıyorlar.

Sophie’yi canlandıran Miranda July’nin senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği film, bazı yerlerde kopuk olsa da anlatımıyla ilginç bir hale geliyor. ‘The New Adventures of Old Christine’ dizisinde Christine’nin kardeşini canlandıran Hamish Linklater, asosyal ve içine kapanık sevgili rolünde hiç fena değil.

Film, standart bir romanstan çok, içinde komedi unsurları bulunan dokunaklı bir masal gibi. O yüzden filmden çıktığınızda yüzünüzde kocama bir gülümsemeyle ayrılacağınızı düşünmeyin. Bilinen aşk filmi içeriği yok. Günümüz korkularına (kıskançlık, yalnızlık, sıradanlık) kadın-erkek ilişkilerine, modern dünyaya, sorumluluk almaktan kaçmayı bir yaşam biçimi haline getirmiş herkese hafiften dokunduruyor.
Sophie’nin “Hayatını anlamlı hale getirmek için bir şeyler yapma” adına yaratmaya çalıştığı dansın videosunu, YouTube’a koyma isteği de, muhtemelen yeniçağın sanal başarı algısına yönelik bir eleştiri olsa gerek.

Orta yaş bunalımı, gelecek endişesi, monotonlaşan ilişkiler-hayatlar, bir şeyleri değiştirme isteği.
En önemlisi de bunları hemen şimdi fark etmek!
Unutmayın geleceğe dair umutsuz olmak, şu anda umutsuz olmanızla alakalı. Bunu değiştirecek zamanımız var.
Sanırım filmin en iyi getirisi, gizliden gizliden verdiği “Zamanınızı iyi kullanın mesajı”
Yenilik arayanlar olabilir, hayatın içine sıkıştıysanız kedi almanıza gerek yok.  (:
Sıkıntıyı bırakın gitsin.

 “We’re going to love you and take care of you for the rest of your life.”

İki Film Haberi


Quentin Tarantino’nun bir süredir üzerine çalıştığı ve uğrunda “Kill Bill vol. 3″ projesini ertelediği, western türünün son halkası “Django Unchained”in çekimleri, efsane kadrosu ve merak uyandıran hikayesiyle başlamış durumda. 
Vahşi Batı'da Django isimli siyahî bir kölenin, bir Alman ödül avcısıyla birlikte karısını Leonardo DiCaprio'nun canlandıracağı kötü toprak sahibinden kurtarmaya çalışmasını anlatacak olan filmde S. Baron Cohen, köle Django'nun karısını satın alan kumarbaz Scotty'i oynayacak. 
Kadronun diğer yıldızları ise; Christoph Waltz, Jamie Foxx, Kerry Washington, Samuel L.Jackson, Don Johnson ve Kurt Russell 


Leonardo DiCaprio'nun eş zamanlı olarak yer aldığı bir diğer proje ise Amerikalu suç romanları yazarı Don Winslow'un kitabı Satori.  Hikaye, Rodney William Whitaker'ın "Travanian" takma ismiyle yazdığı efsane kitap Şibumi'de anlatılanların öncesindeki gelişmeler üzerine kurulu.
DiCaprio filmde Japonya'da büyümüş dövüş sporları ustası go* üstadı Nicholai Hel'i canlandıracağını söylersek belki kitabı okuyanlar için biraz hayal kırıklığı yaratabiliriz. 
*Go: Japon satrancı dense de Çin'den çıkma karışık bir strateji oyunudur. (Ben de 25 kyu(öğrenci) seviyesinde oynardım bir zamanlar (: Oynayacak kimse bulamayınca telefona aplikasyon olarak yükledik :) sınırlı bir oyun hafızası olduğundan strateji çözüldü 3 haftada patladı olay, ama pratik için fena değil. )

Anadolu Kartalları

Anadolu Kartalları, Hakan Evrensel'in kaleminden çıkıp Ömer Vargı'nın kamerasında hayat bulmuş, Hava Kuvvetleri'nin 100. yıl dönümü kutlayan bir film.
(Aslında filmin eleştirisi sadece bu cümle olabilir.)

Film, savaş uçağı pilotu olmaya hazırlanan Harbiyeli beş genç teğmenin pilot olma sürecindeki zorluklarla başa çıkmalarına odaklanıyor.
Yönetmen Ömer Vargı, öceki filmlerinden (Herşey Çok Güzel Olacak, Gönül Yarası ve Kabadayı) bizi karakterler ve diyaloglarının gerçekliğine alıştırdığından olsa gerek Anadolu Kartalları bu konudaki zayıflığı ile dikkat çekiyor. Problemin ana kaynağı senaryonun, dolayısıyla diyalogların iyi yazılamaması. Buna bir de başrollerin iyi kıvrılamaması eklenince filmin hikaye örgüsü (zaten zayıf) tamamen ortadan kalkmış oluyor.

Hikayede, pilot olma sürecinin getirdiği stresle uğraşan teğmen Ahmet Onur (Çağatay Ulusoy) bir yandan da sevgilisi Burcu (Hande Subaşı) ile süregelen birlikteliğini götürme çabasında. Neden çabasında? Çünkü Burcu nedense sevgilisinin bir pilot olduğu gerçeğini bir türlü idrak edememiş bir portre çiziyor. Maalesef diyalogları o kadar "Şom ağızlı" yazılmış ki (donuk oyunculuğunun da eklenmesiyle) ilk beş dakikada izleyiciyi kendinden soğutmayı başarıyor. Esas hikayesi, bu aşk hikayesi gibi okunan filmi destekleyen yan karakterler oyunculuk açısından daha başarılı. Teğmen Ahmet'in eğitmeni Kemal rolünde Engin Altan Düzyatan, destek olan komutan rolünde inandırıcı. Ahmet'in çocukluk arkadaşı aynı zamanda okul birincisi bayan pilot Ayşe rolünde Özge Özpirinçci bir Harbiyeli için minyon olsa da performans olarak başarılı.


Filmin teknolojisinden bahsedersek; Hikaye ne kadar amatörse gökyüzü çekimleri, iç çekimler, dış çekimler bir o kadar profesyonel işi. Uçuş sahneleri kesinlikle inandırıcı. Bu çekimler için Amerikan Wolfair Aviation şirketinden özel jet kiralanmış. Havada 2.5 saat HD çekim yapabilen bu jet daha önce "Iron Man" filminde kullanılmış (4 günlük bedeli 600 bin dolar) Filmdeki mezuniyet töreni sahnesi, İstanbul’da bulunan Hava Harp Okulu’nda gerçeğine uygun olarak çekilmiş.Ünlü akrobasi grubu ‘Türk Yıldızları’ ve ‘Solotürk’ te Anadolu Kartalları'na özel İstanbul Boğazı üzerinde şov uçuşu gerçekleştirmiş.
Hava Kuvvetleri paradan kısmamış. Belli.
İşte sorun da burada başlıyor. Elde bütçe var. Teknoloji var. Hava Kuvvetleri'nin sonsuz desteği var, Yönetmen var. E?
Madem bir belgesel değil, film yapmak istendi, o zaman bir zahmet sağlam bir kast ve hikaye yapacaksın ki tüm bu emekler heba olmasın.
Yoksa tüm bu pilotluk süreci, verilen emekler bir gençlik dizisi kıvamında "Kaprisli kız ve teğmenin karamsar aşkından" ileri gidemez. Adını Feriha Koydum dizisinin başrolü Çağatay Ulusoy'un televizyon dizisini kotarıyor olması, her rolün altından kalkabileceği anlamına gelmiyor. En azından şimdilik görüntü bu.

Özetle film, Hava Kuvvetleri tanıtımı dışında, savaş uçağı pilotu eğitim döneminin zorlu sürecini takip etme iyi niyetiyle yola çıkmış bir film. İçindeki aşk hikayesi filmin etkisini zayıflatsa da uçuş ve eğitim sahneleri filmi sıkılmadan izlemeniz için yeterli.
Benim bile (uçmaktan korkan biri olarak) pilot olasım geldi!

Filmin ülkemizin coğrafyası itibariyle özenle beslenip büyütülen milliyetçilik duygularını beslediğini de belirtelim. Diyeceksiniz ki "Ya zaten Hava Kuvvetleri 100. yıl şerefine çekilmiş film. Tabiiki milliyetçi bir çizgide olacak." İşte benim anlayışım da burada ayrışıyor. "Biz ne kadar iyiyiz"i vurgulayacağım diye göze sokacaksan, hem gösterip hem altyazı yazacaksan belgesel yap.

Son söz, Ne diyelim? Nefes:Vatan Sağolsun'un da senaryosu elinden çıkan, ordudan ayrılma eski üsteğmen Hakan Evrensel'den daha objektif, daha film gibi düşünülmüş senaryolar bekliyoruz.