16 Şubat 2011

İncir Reçeli


Sevgililer gününe nişanlanan aşk filmi bolluğu arasında ilk durağım Aytaç Ağırlar’ın ilk filmi İncir Reçel'i oldu. Konusu, oyuncuları ya da yönetmeni hakkında hiçbir şey bilmeden gittiğim film, benim için tam bir muammaydı. (Ta ki başlayana kadar)

Filmin esas hikayesi -herkesin özenle sakladığı- bir “sırra” dayanıyor. İzleyici tarafından kısa sürede keşfedilse de vizyona yeni girdiği için esas olayı söyleyip tadınızı kaçırmak niyetinde değilim, kaldı ki filme getireceğim en hafif eleştiri filmin bu yönü.

İncir Reçeli, aynı konuya ve isme sahip 2009 yapımı bir kısa filmin uzun metraja dönüşmüş hali. Muhtemelen kısa versiyon daha iyidir zira filmdeki yeme, içme ve not kağıdı koparma sahnelerini kaldırsak zaten kısa haline geri dönülmüş oluyor.

Filmi, malum ‘gizemli bölüme’ girmeden anlatmaya çalışalım;
Televizyon için skeç yazarak hayatını kazanan, devamlı geri çevrilse de ‘bir gün’ senaryolarından birinin filme çekilmesi hayaliyle yaşayan Metin, yapımcılar tarafından (yine) reddedildiği günün sonunda efkar dağıtmak için arkadaşının barına gider. Barda dut kıvamına gelmiş Duygu ile karşılaşır, gecenin sonunda evine dönemeyecek kadar sarhoş olan kızı misafir etmek de ona kalır. Yanlış anlaşılma olmasın! Metin kanepede yatar, kalktığında ise Duygu gitmiştir.

Hep aynı barda ve hep aynı müzik eşliğinde dans edip sarhoş olmayı çok seven Duygu, Metin’in evinde sık sık misafir olmaya başlar. Bir süre sonra ev arkadaşlığına dönüşen bu ilişki Duygu’nun aniden ‘ortadan kaybolmalarına’ ve ‘ulaşılamıyor’ olmasına rağmen aşka dönüşür. Güzel sofralar hazırlayıp mütemadiyen yiyip içen ikili, günlerce aynı yatakta sarılmak suretiyle uyur ve iki erişkin oldukları halde bu durumu bir türlü sorgulamazlar.
Oyunculara gelince; başroldeki ikiliyi çok büyük uyum içinde gördüğümü söyleyemem. Çizilen tiplerin ve diyalogların klişe olması, oyuncuların elini kolunu bağlayan bir durum olabilir. Bunu kişisel yetenekle bağdaştırmamak lazım. Yan karakterler anlatmaya çalıştığım şeyin tam örneği, Metin karakterinin komik kankası Erol. (Sinan Çalışkanoğlu) Fotoğraf kursuna gittiği halde, 30 cm’den yakın berbat fotoğraflar çeken, filmde var olma amacı ne olduğu bilinmeyen bir kişi. O kadar boş bir karakter ki Barbara Laurens’in canlandırdığı Liza karakterine duyduğu aşka bile inanmadık. Böylece filmdeki ikincil aşk bile heba olup gitti.




Aşk filmlerine bir türlü ısınamıyorum, bu döngüye yeni bir kurgu girsin istiyorum açıkçası ama bir türlü olamıyor. Maalesef bu son örnek de izleyiciyi ‘muhteşem aşka’ inandırabilme becerisinden yoksun.

İncir Reçeli, sonunda büyük bir sürpriz saklıyor-muş gibi duran, ama filmin daha başından, sonunun anlaşıldığı bir senaryoya sahip. Hatta kapalı bir şekilde örnek verelim; Metin karakteri filmin sonuna doğru (en iq’su düşük izleyicinin bile anladığı) pek ortada olan bir gerçeğe bile vakıf olamıyor, bu şekilde sonuna gelinen filmi de giderayak iyice sahteleştiriyor.

Son söz olarak ne diyelim,
İncir Reçeli, 'beraber yaşamanın çok orijinal geldiği' ya da 'ne kadar çok içsek o kadar iyi olur' düşüncelerinin hakim olduğu yıllara bizi geri götüren liseli bir aşk filmi. 
Reçel seviyorsanız gidin (: ama kıvamı tutmamış.
Benden söylemesi.

2 yorum:

  1. Adsız16:30

    siktr

    YanıtlaSil
  2. Adsız16:30

    "Hep aynı barda ve hep aynı müzik eşliğinde dans edip sarhoş olmayı çok seven Duygu" son derece eğlenceli bi' cümle.

    Yazı için tebrikler.

    YanıtlaSil