28 Ağustos 2010

Ne var ne yok

The Invention Of Hugo Cabret

Martin Scorsese, Harry Potter’dan etkilenmiş olacak ki bugünlerde, Brian Selznick'in sihir temalı çocuk romanından uyarlanan bir film çekmekte. Paris tren istasyonunda yaşayan ve saatlerden sorumlu olan kimsesiz bir çocuğun, bir gün saati tamir etmeye teşebbüs etmesiyle başlayan gizemli macerayı konu ediyor. Yanlış hatırlamıyorsam gösterimi 2011 Aralık aynında.

Oyuncuları arasında Ben Kingsley, Sacha Baron Cohen, Christopher Lee, Jude Law gibi sağlam ağabeyler olan filmde “kimsesiz çocuğu” kimin oynayacağı merakımı cezbetti.



The Social Network

Facebook filmi olarak tanımlanan “The Social Network” filminin ilk fragmanı yayınlandı.

http://www.thesocialnetwork-movie.com/ Film bildiğiniz gibi dünyanın en popüler sosyal ağı facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’i ve Facebook’un kuruluş süreci ve sonrasında yaşananları konu alıyor. İnternetçiler için ilginç olabilir.

Ekim ayında gösterime girecek olan The Social Network filmi, 400 milyondan fazla aktif kullanıcısı olan bir sosyal ağ işin içinde olunca herhalde tüm zamanların en yoğun sosyal medya etkisini yaratacaktır diye düşünüyorum. Ben daha ziyade yönetmen David Fincher neler yapacak bu filmde onu merak ediyorum.





Jack Goes Boating

Capote’den beri hastası olduğum, Philip Seymour Hoffman’ın yönettiği bir film. Aslında Jack Goes Boating 2007 de oynanan bir Bob Glaudini oyunu. Yine aynı oyunda Hoffman Jack’i oynamış ve bu şekilde filmi için altyapı olurşturmuş anlaşılan. Oyun, Joseph Papp tiyatrosunda 6 hafta oynamış ve özellikle New York Times’dan övgüler almış.

Bakalım yönetmen koltuğundaki Hoffman nasıl, görelim (:







Yepyeni Bir Hayat

İşte merak ettiğim bir film. Koreli yönetmen Ounie Lecomte’un kendi hayat hikayesinden esinlenerek yazıp, yönettiği A Brand New Life – Yepyeni Bir Hayat, babası tarafından yetimhaneye bırakılan 9 yaşındaki bir kız çocuğunun hikayesini anlatıyor… Berlin Film Festivali’nde Özel Mansiyon kazanmış.

Özetle; Jin-hee, babası tarafından Seul yakınlarında bir yetimhaneye geri alınmamak üzere bırakılır. Babasını çok seven Jin-hee onun bir gün geri döneceğine inanmaktadır. Yetimhanedeki diğer çocuklar, batılı aileler tarafından evlat edinilme motivasyonuyla yaşarken, Jin-hee yetimhaneye uyum sağlamakta direniyormuş. Türkiye’ye Temmuz’da gelen film hangi sinemada ne ara gösterildi hiç bilemiyorum. Sonra da kopya film alma! Oldu.

26 Ağustos 2010

Inception

Seyretmeyen kalmamıştır muhtemelen diyerek şu Inception olayına bir girelim artık. Geç bile kaldık. Bu sene seyrettiğim en güzel filmin yönetmeni Nolan, 2008 de, Batman serisinin son perdesi Kara Şovalye ile epey ezber bozmuş, mekan ve karakter kurgusuyla neler yapabileceğine işaret etmişti.

Türkçe’ye tam tercüme ile “Başlangıç” olarak çevrilen Inception, konu ve aksiyon olarak oldukça hızlı, zihin bulandırıcı bir film.
Malum “Yaşadığımız dünya, gerçek dünya olmayabilir” rotası daha önce el atılmış bir yön (Matrix) ancak Cristopher Nolan, üzerinde 10 sene çalıştığı bu konuyu öyle güzel senaryolaştırmış- bağımsızlaştırmış ki, filmi algılamak için kesintisiz dikkatle izliyorsunuz.

Filmin konusu, esasen bilinçaltında geçiyor. Rüya katmanlarına girip –fikir hırsızlığı yapan- bir ekip bu sefer, “fikir çalmak yerine bir fikir yerleştirme” işi alıyor ve sektör büyüğü bir şirketi yolundan saptırmak adına rüyalar aleminde gerçekleşecek olan sabotaj planına başlıyorlar.

Christopher Nolan, insomnia tedavisi gördüğü dönemden hakim olduğu bilinçaltı bilgilerinden, filminde epey yararlanmış gibi.“Rüyaların katman katman olması, rüya ile gerçek dünyadaki zaman aralıklarının farklılaşması ve düşme hissi ile uyanma.” Bunlar rüya gören şanslı insanların onaylayabileceği güzel detaylar.

Filmin oyuncu kadrosu da oldukça iyi seçilmiş. Performansını katlayarak ileriye götüren Di Caprio, rüya hırsızlarının başı Cobb’u gayet iyi şekilde canlandırıyor. Maalesef rüyalarını hiç hatırlamayanlardan olan Di Caprio, rolünü kavramak için, bu konularda epey kitap okumuş, söylediğine göre Nolan’ın tüm rüyalarını bir bir dinlemiş.

Miles rolünde Michael Caine, Japon aktör Ken Vatanabe, Cillian Murphy işadamı Robert Fischer, tekinsiz ve öfkeli Mal rolüyle Cottilard ve özellikle Cobb’un sağ kolunu canlandıran, Joseph Gordon-Levitt karakterlerinde oldukça başarılılar. (Oyunculuk notu için yerçekimsiz alandaki dövüş sahnesi bile yeteli) Rüyalarına sızılan kişileri inandırmak adına, rüya ortamını “tasarlayan” Ariadne, rüya mimarı rolünde. (Juno’dan beri aşırı yetenekli olarak tanımlanan Ellen Page) Filmdeki ismi de Ikarus olarak bilinen Yunan mitolojisindeki hikayenin prensesine–gönder-ilmiş. Mitolojik hikayede, prenses sevgilisinin içinde bulunduğu labirentten kaçması için ona yol gösteriyor.

Filmde, kurgudan aksiyona, görsel efektlerden müziğe, gerilimden duygusallığa kadar her şey yerli yerinde.
Evet filmin sonunun net olmaması bazı izleyici kısmında sinirbozukluğu yaratabiliyor ama ne olursa olsun, Her "son versiyonunu" haklı çıkaracak bir kurgu söz konusu. Benim de kendime göre savlarım var tabii, ama başkansın var saydığı son da muhtemelen doğru çıkacaktır. Film de gücünü buradan alıyor zaten.
Filmin müziklerini yapan (Gladyatörden tanıyor olabilirsiniz) Hans Zimmer, filmin gerilimine gerilim katan muhteşem müziğiyle apayrı bir yetenek.

Bu sene güçlü bir şekilde önerdiğim tek film diyebilirim.

Bu arada “rüyadan uyandıran” şarkı olarak Edith Piaf merkeze konmuş!

"Non, Je Ne Regrette Rien"
Hayır, hiç ama hiçbir şeyden
Hayır, hiçbir şeyden pişman değilim
Bana yapılmış iyilikler ve kötülüklerin
Hepsi aynı bana
Hayır, hiç ama hiçbir şeyden
Hayır, hiçbir şeyden pişman değilim

Ödendi, süpürüldü, unutuldu
Geçmişten bana ne.
Anılarımı yaktım gitti
Artık acı ve zevklerime ihtiyacım yok
Aşklarımı tremololarıyla beraber süpürüp attım
Sonsuza kadar sildim, elde var sıfır.

Hayır, hiç ama hiçbir şeyden
Hayır, hiçbir şeyden pişman değilim
Bana yapılmış iyilikler ve kötülüklerin
Hepsi aynı bana
Hayır, hiç ama hiçbir şeyden
Hayır, hiçbir şeyden pişman değilim
Çünkü yaşamım,
Çünkü zevklerim
Seninle başlıyor bugün.