22 Şubat 2010

Precious

“Acı Bir Hayat Öyküsü” Precious, Sapphire’in “Push” isimli romanından sinemaya uyarlanan bir film, If kapsamında gösterildi ama esas vizyon tarihi Mart.
Film, 82. Oscar Ödülleri’nde “En iyi film”, “En iyi kadın”, “En iyi yardımcı kadın”, “En iyi kurgu” ve “En iyi uyarlama senaryo” dallarında aday gösterildi ki tahminimce bu ödüllerden iki üç tanesini alacak gibi duruyor.

Precious, herkes için çok trajik ve tabusal konulardan bahsediyor. Aile içi psikolojik şiddet, dışlanmışlık, fakirlik, ensest ve hamilelik. Film bunları dolandırmadan tüm korkunçluğu ile 16 yaşında bir genç kızın gözünden anlatıyor.

Clarice Precious Jones, (Gabourey Sidibe) Harlem’de ona sürekli eziyet eden işsiz annesiyle, Mary (Mo'Nique) beraber yaşayan siyah, obez 16 yaşında genç bir kızdır. Babası, Carl tarafından iki kez hamile bırakılmıştır.
Precious, yaşadığı travmatik hayatı yaşanılabilir kılmak için kendine bir teknik geliştirmiştir; tecavüze uğrarken, kendini klip çekiminde bir süperstar gibi hayal eder, matematik öğretmeni ile evlenip annesinin yanından taşınacağını düşünür, albümlerdeki fotoğraflarla konuşur, aynaya baktığında kendini ince sarışın beyaz bir kız olarak hayal eder. Bu fantezi dünya onun “sevildiği ve beğenildiği” tek dünyadır.
İkinci hamileliği nedeniyle okuldan uzaklaştırılan Precious, hayatını yoluna sokması umuduyla yönlendirildiği “alternatif okul”u denemeye karar verir. Okulda tanıştığı öğretmeni Miss Blu Rain ona en çok ihtiyacı olan şeyi, istediği her şeyi başarabileceği umudunu verir.

Film, konu olarak yakınmış gibi dursa da daha önceden aşina olduğumuz “Dangerous Minds” “Take the Lead” filmlerindeki gibi “İdealist öğretmen dışlanmış öğrencisini kurtarıyor” temelinden hareket etmiyor. Her şeyden önce Precious, bu travmayla baş eden savaşçı bir karakter, yaşadıklarını çoktan kabullenmiş, katlanmak zorunda oldukları onun yaşantısının bir parçası, kimsenin onun için ağlamasını beklemiyor, kendisinin de dediği gibi: Bazı günler ağlıyor ama ertesi günü unutuyor, Tanrı diğer günleri işte bu yüzden yaratmıyor mu?

Yönetmen Lee Daniels’a bu kadar trajik bir konuyu, seyircisini hıçkırıklara boğmadan aktarabildiği için şapka çıkarmak lazım. Film bir acıma ve ağlama seansına dönüşmeden seyircisinin saygısını kazanıyor. Her şeyden ötesi film kötü bitiyor ama aynı zamanda iyi de bitiyor. Herkes için umut vaat ediyor.

14 Şubat 2010

An Education

“It's not enough to just educate us any more. You have to tell us why.”

An Education İngiliz gazeteci Lynn Barber’ın anılarından yola çıkılarak “Yeni Başlayanlar İçin İtalyanca” ve “Wilbur ölmek istiyor” filmiyle tanıdığım Lone Scherfig’in yönetmenliğini üstlendiği yeni filmi.
1960’larda Londra’nın banliyölerinden birinde ailesi ile birlikte yaşayan, 16 yaşında zeki ve güzel bir genç kız olan Jenny (Carey Mulligan); yalnız kalabildiği anlarda sevdiği Fransızca şarkıları dinleyip (Juliette Greco) daha özgür olacağı günlerin hayallerini kurmaktadır, bunun yolu da başarısız olduğu tek dersi, Latince’yi geçip babasının(Alfred Molina)öngördüğü Oxford Üniversitesi’ne gidebilmektir.

Kısa vadedeki geleceği bu şekilde planlanmış olan Jenny, bir orkestra provası dönüşünde David Goldman adlı kendisinden iki kat yaşlı, ama oldukça etkileyici bir adamla tanışır. İkisi zamanla yakınlaşırlar ve ilişkileri başlar. David her genç kızın ayaklarını yerden kesebilecek biridir, onu hep hayalini kurduğu konserlere, jazz kulüplerine, hatta Paris’e! götürür, öyle ki yaşlı ve Yahudi olduğu halde Jenny’nin tutucu ailesi Jack ve Marjorie’nin bile gönüllerini fetheder.
Jenny bir süre sonra David ve iş arkadaşı Danny’nin geçimini, özellikle yaşlı ev sahiplerini ırksal ve dinsel imalarla korkutup evlerini ucuza satmaya zorladığını, (hatta bu evlerden bazı eşyaları da çaldığını) fark eder. Bu durum başta canını sıksa da yeni hayatı o kadar büyüleyici ve vazgeçilmezdir ki Jenny, David’in bu tarafını bunu görmezden gelir.
Bir gece danstan dönerken David’den biraz hızlı bir “evlenme teklifi” alan Jenny, okulu bırakıp, eğlenceli bir hayata sevdiği adamla devam mı etmeli, yoksa Oxford’a gidip hep özlemini duyduğu üniversite hayatını mı denemelidir?

An Education, yeni dönem ergen filmlerine(Juno)oranla daha dolu, daha zengin bir kadrosu ve bakış açısı olan bir film. Öğretmen öğrenci ilişkileri, ailelerin kızlarının okumasını “gerçekte neden” istediklerine işaret eden, bunu yaparken beylik cümleler kullanmak yerine 17 yaşında genç bir kadının perspektifinden anlatan güzel bir film.
Bildiğim kadarıyla 2009 Sundance dahil pek çok ödül alan film, pek sempatik olmayan David'in Yahudi’liğine yapılan vurgu ve filmin geçtiği mekanların pek çoğunun Twickenham olmadığı iddası ile eleştiri aldıysa da genel olarak kurgu ve senaryosuna iltifatlar yağmakta.

Film eleştirilerinin, oyuncuların, yönetmenlerin, ve sinema haberlerinin yer aldığı rottentomatoes sitesinde de filmin iyi yönde kritikleri %94 ü bulmuş. Ayrıca Tarantino’da bu filmi en sevdiği 8 film listesine eklediğini açıkladı :)

Bu arada müzikleri de çok güzel. /fizy.com’dan dinleyebilirsiniz.


Beth Rowley - You've Got Me Wrapped Around Your Little Finger
Floyd Cramer - On The Rebound
Juliette Gréco - Sous le ciel de Paris
Mel Tormé - Comin' Home Baby
The Hunters - Teen Scene
Ray Charles - Tell The Truth (Live)
Brenda Lee - Sweet Nothin's
Billy Fury - Maybe Tomorrow (Mono Version)
Juliette Gréco - Sur Les Quais Du Vieux Paris
Percy Faith & His Orchestra - Theme From "A Summer Place"
Beth Rowley - A Sunday Kind Of Love
Vince Guaraldi Trio - Since I Fell For You
Duffy - Smoke Without Fire
Melody Gardot - Your Heart Is As Black As Night
Madeleine Peyroux - J'Ai Deux Amours



10 Şubat 2010

Amelia

Orta ikinci sınıftayken tarih öğretmenimiz bize bir araştırma ödevi vermişti, tarihten beğendiğimiz bir kişi hakkında kompozisyon yazacaktık, içerik olarak da onu neden seçtiğimizi anlatacaktık. Fellik fellik orijinal bir tarihi kişilik ararken Meydan Larousse’un sayfalarından birinde bu kısa saçlı hanımı, siyah beyaz bir fotoğrafta keşfetmiştim, 1930’larda Atlas Okyanusu’nu geçen bu cesur pilot o dönemde özellikle kadınlar için büyük ilham kaynağı olmuştu. İşte benim Amelia Earhart’la tanışmam “Ben yüksekten korkuyorum ama o korkmuyor” başlığı altında yazdığım kompozisyonla başlar.

Havacılık tarihinin belki de en önemli kadını olan Amelia Earhart’ın hayat öyküsünü, Mira Nair imzalı bir filmle izliyoruz. Muson Düğünü ve Gurur Dünyası gibi filmlerini beğendiğim Mira Nair’in yönetmenliğini yaptığı film, Hilary Swank, Richard Gere, Ewan McGregor dan oluşan kadrosuyla sağlam bir yapım.

1928’de iki erkek pilotun kullandığı uçakta “yolcu” sıfatı ile Atlas Okyanusu’nu geçip büyük üne kavuşan Amelia, 1932’de aynı güzergâhı ‘tek başına’ olarak geçen ilk kadın olma başarısını elde ediyor. Tüm bu yolculuklar içerisinde Amelia, karşılıklı çıkarlarının korumak için beraber oldukları söylenen yayıncısı George Putnam(Richard Gere) ile yakınlaşıyor ve sonucunda evleniyorlar. Bu evlilik, havacılık dairesinin önemli kişilerinden Gene Vidal’in(Ewan McGregor) araya girmesiyle kısa süreli bir çalkantı geçirse de, Amelia, Putnam’ı tercih ediyor.

Kısacası Atlas Okyanusu'nu tek başına geçen ilk kadın pilot Amelia Earhart’ın biyografisini anlatan Amelia, kaliteli bir yapım. Eski fotoğraflardan, siyah beyaz videolardan yapılan birebir geçişler, dönemin kostüm ve mekan tasarımları, Swank’ın Earhart’a inanılmaz benzerliği güzel detaylar. Ancak, tarihi bir kadın biyografisi anlatan film, hele hele iyi bir bakış açısı olan bir kadın yönetmenin elinden çıkıyorsa sanırım biraz daha çok şey beklemek yanlış olmaz. Bence Earhart, ilgi çekici, enerjik, kişilikli bir kadın. Fakat film, gidişatı itibariyle özellikle Swank’ın içine sokulduğu ruh hali ile biraz kendisini durağanlaştıran bir görüntü sunuyor. Kesik kesik öykülerle anlatılan, ne uçmaya olan tutkusunu ne de hayatına giren erkeklere ne hissettiği anlaşılmayan Amelia’nın kadın hareketi içerisindeki aktif rolü, kadınlara aşılamaya çalıştığı başkaldırma gücü baltalanıyor, etkisini yitiriyor.