6 Ekim 2010

Centilmen (The American)

Filme İsveç’in karlı dağlarında başladık, sonra sıcacık dar sokaklarla dolu, sarı renkli bir kasabaya gittik. Bu filmle ilgili en büyük merakım, şüphesiz yönetmen Anton Corbijn’in ne yapacağı idi... Sessiz sakin kareler bekliyordum, durağanlık bekliyordum. Eh, aradığımı görsel olarak buldum denebilir. Aslında Hollandalı bir fotoğrafçı olan Corbijn, son 30 senedir sayısız klibi ile de epey ün salmış durumda. 1980’de Joy Division grubunun solisti Ian Curtis’in intiharı üzerine, merhumun eşi Deborah’ın anılarından yola çıkarak, görsel yetisine işaret eden ilk filmini yapmıştı.(Control) İlk denemesi olmasına rağmen oldukça etkileyici bulunan film Cannes’dan da ödüllerle döndü. Ian gibi bir karakterden kolayca Rock’n Roll filmi yapabilecekken, güzel bir drama çıkaran Corbijn’i bu ikinci filmi çekmeye ne sürükledi bilemiyorum. Son yıllarını gerilim romanları okuyarak geçiren yönetmenin filmi, konu olarak baktığınızda, manen çöküş içinde olan bir adamın, alışılmadık bir atmosferde yaşadıklarını konu alıyor. Film, iyi çekilmiş konu olarak –bana-vasat gelse de, güzel bir film. Hani baştan sona ilgiyle takip ettiren cinsten değil (Mesela yeni vizyona girecek Stone öyle bir film)

Biraz konudan bahsetmek gerekirse,
Suikast planlarının ve saklanmaların arasında yalnız bir hayat geçiren Jack, silah yapma ve adam öldürme konusunda oldukça hünerli bir adamdır. İsveç’deki son görevi umduğundan biraz daha sert sonuçlanınca, karanlık işvereni Larry’e alacağı işin “son görevi” olacağını haber verir ve -emekliliğini deneme- süresinde İtalya’da küçük bir kasabada saklanmaya başlar. Bu süreçte daracık sokaklarla, giderek ölümden uzaklaşan Jack, kasabanın rahibi Benedetto ile arkadaşlık kurar. (Tabii ki her kiralık katil gibi o da Tanrı’yı kaybetmiştir)

Filmde araya sıkıştırılmış gibi duran, ama bir yandan da tam onun üzerine konumlandırılmış gibi görünen bir de aşk hikayesi var. Jack, kasabalı bir fahişe Clara ile romantik bir ilişkiye girer. Ona olan ilgisi dikkatini dağıtmakta ve konumunu tehlikeye ataktadır. Bu romantik oyunlar devam ederken yeni görev gelir: Belçikalı bir kadın, Mathilde, ondan uzun menzilli özel bir silah yapmasını ister.

Clooney’in -biraz da aynı roller mi denk geliyor artık bilemiyorum ama- her yeni filminde, bir öncekindeki karakteri görmeye başladım. Michael Clayton (Avukat) olsun, Ryan Bingham (Aklı Havada) olsun ya da bu son Jack (Centilmen), hep yalnız, tek başına, çevresiyle pek ilişki kuramayan tipler. Tamam hani hepsi katil değil ama pek özenilecek bir yaşam tarzları da yok. Umarız yeni filminde bu tiplemeden tamamen uzaklaşır.

Son söz olarak, Amerikalı; diyaloglar veya akıcı bir kurgu üzerine kurulmuş bir film değil. Bunalımlı bir modda, gerilimli piyano tınısı eşliğinde akıyor, bu atmosfer, bir tesadüf değil tabii ki, Corbijn’in içinde olmamızı istediği nokta. Bir başka tasarlanan sonuç da filmin sonuyla ilgili. Jack’in akıbetini buradan söylemeyelim, zaten sizi çok da ilgilendirmeyecek diyebilirim zira yönetmen bize Jack’in(adı o ise eğer) nereden geldiğini, gerçekte kim olduğunu anlatmıyor. Haliyle film boyunca ona olanlar size pek koymuyor.
Her şey bir yana, film bittiğinde bir saat boyunca yemek yemişsiniz ama bir türlü doymamışsınız gibi bir his kalıyor damağınızda.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder