23 Mayıs 2010

You Don't Know Jack

“Ölümcül hastalığı olup da onuruyla ölümü seçenlere danışmanlık yapılır.”

Dr. Jack Kevorkian 1987 yılında Michingan’daki yerel bir gazeteye bu ilanı vermişti. Takip eden yıllarda 130 kişi Kevorkian’ın bu hizmetinden yararlanacaktı…

Geçtiğimiz ay Amerika’da You Don't Know Jack filminin galası yapıldı. Kevorkian filmin galasında, kendisini canlandıran Al Pacino’yla birlikte hazır bulundu.
Rain Man ve Sleepers ile tanıdığımız Barry Levinson’un yönetmenliğini yaptığı film, hastalarına kendi rızalarıyla ötanazi uygulayan Dr.Kevorkian'ın, ötenaziye karşı olanlarla giriştiği hukuk mücadelesini anlatan güzel bir biyografi örneği.

Kevorkian, staj zamanlarında bile marjinal fikirleriyle öne çıkan bir patolog. Ölüm döşeğindeki insanların fotoğraflarını çekiyor, ölen insanların kanlarını yaşayanlara enjekte edilebileceğini savunuyor. 80 sonlarında ise iyileşme umudu olmayan insanlara “yardımlı intihar” seçeneği sunuyor. Kilise, tıp dünyası ve Michigan savcılarının şiddetle karşı çıktığı toplam 130 kişinin ölümüne yardımcı olan, bunun sonucunda 1991 senesinde doktorluk yapması yasaklanan, ötenazi karşıtı bir yasa olmadığı için hapse atılamayan aykırı bir doktor. Amerikan halkı kendisine karşı ikiye bölünmüş, hayatını acı çekerek geçirmek durumunda olan hastalar ve onların “ölme hakkını” savunanlar, diğer tarafta Kevorkian’u Tanrı’yı oynadığı gerekçesiyle suçlayan muhafazakar kesim.

Film “Kişiye ait ölüm hakkı” ve “bunun bir doktor” tarafından desteklenmesi gibi oldukça hassas bir çizgide ilerliyor. Doktorluğun özüyle çelişkiye düşen bu “ölüm desteği” halkın inançlarına ve ahlak kurallarıyla çelişince Dr. Kevorkian (Bay Ölüm) Michigan halkını ve yetkilileri karşısına alıyor ve hayatını bunun mücadelesine adıyor.
Film, Kevorkia’ın kendi icadı olan, hastanın kendini zehirlemesine yarayan makine-Mercitron (merhamet makinesi) ile öldüren Alzheimer hastası Janet Atkins’den başlayıp hapse girmesine kadar olan 9 senelik periyodu anlatıyor. Eh, film bir biyografi olunca hikaye edilen kişi çok önemli oluyor tabii. Haliyle filmi beğenip beğenmemek de bununla çok ilgili.

Filmi izlemek, hikayeye bağlı olarak biraz ağır ilerlese de doktor Jack Kevorkian'ı canlandıran Al Pacino'yu oldukça değişik bir karakterde izlemek adına kaçırılamayacak bir fırsat olabilir.

Bence Dr. Kevorkia “Kişinin ölüm hakkının” olması gerektiğine inanan ve bu uğurda hapse girmeyi göze alan, herkesin üstlenmek istemeyeceği bir role talip olmuş cesur biri. Evet, egosunun biraz yüksek olduğunu ve aldığı her kararının doğru olduğunu söyleyemeyiz ama ölümü bekleyen veya acılar içinde olan insanlara “Hayır, senin ölmek istiyor olman, benim inançlarıma ters olduğundan bunu yapamazsın” deme cüretini de göstermiyor.

Son olarak, aynı konuyu işleyen muhteşem bir başka filmden, Ramon Sampedro'nun ağzından bir replikle bitirelim.

“Yaşamanın bir hak, ama mecburiyet olmadığına inanıyorum”


Filmin sitesi:
http://www.hbo.com/movies/you-dont-know-jack/index.html

11 Mayıs 2010

Nowhere Boy

Sinemacılar Beatles'i keşfetti!

John Lennon'ın gençlik çağının anlatıldığı filmi festival kapsamında izlemiştim. Baktım ki sevdiğim müzik gruplarıyla ilgili filmler fazlalaşıyor bahsetmeden geçmeyelim, diğerlerinden de haber verelim istedim.

Başta Beatles dönemine girmeyen bir John Lennon filmi nasıl olur dedim kendi kendime, meğer bu bir Lennon’u anlama, hangi şarkıyı kime yazdığına ayma filmi-imiş. Filmin başarısı da burada gizliymiş. Bu bir “şöhret basamaklarını çıkmadan önce neydi…ne oldu” filmi değil.

Hayal edin... Kitlelerin sevgisini kazanan Lennon’un, aslında kendisinin sevgiye ne kadar ihtiyacı olduğunu…

Lennon, 15 yaşında. 5 yaşından beri Liverpool’un bir banliyösünde teyzesi Mimi ve eniştesi George ile görüntüde huzurlu bir hayat yaşarken, eniştesinin ani ölümüyle evdeki dengeler bozuluyor. Teyzenin fazla kontrollü ve ciddi oluşu, evde paylaşılması gereken acının yaşanmamasına sebep oluyor ve haliyle Lennon önce zihin olarak sonra da bedenen evden uzaklaşıyor.

Lennon tipik bir öğrenci hayatı yaşayan devamlı birileriyle alay eden, okulu kıran, sigara içen bir ergen, bir gün annesini keşfediyor ve -çok yakındaki- evinin kapısını çalma cesaretini gösteriyor. Julia, oğlunu büyük bir sevinçle karşılıyor hatta bana kalırsa ilişkileri anne-oğul için bir parça romantik bile görünüyor. Beraber geziyorlar, müzik dinliyorlar, gitar çalıyorlar... Tabi bu yakınlaşmanın Mimi Teyze tarafından fark edilmesiyle olay travmatik bir boyut kazanıyor, bir süre sonra Lennon’un geçmişi sorgulamasına sebep oluyor...
Lennnon McCartney'le dertleşen annesine soruyor:
"McCartney’s mum, “She ’ad cancer. What’s your excuse?””

Woods, Lennon’un hayatındaki bu iki kadından birine ne iyi ne de kötü demiş, biri 1950’lerin İngiltere’sinin sert ciddi kadını, diğeri de tam tersi 60ların ruhuna sahip bir hedonist.

Lennon’un aile yaşamına odaklanan filmin genel akışı içinde Beatles’ın altyapısını oluşturan elemanlarla tanışmamız,(Paul McCartney) dönemin rock’n’roll ruhu, Elvis’in müziğinin, hatta saçının bile taklit ediliyor oluşu (ki bence J.lennon bunu Elvis’e bayıldığından değil annesini mutlu etmek için yapmış) gayet doğal anlatılmış.
Lennon severler hayatını biliyordur gerçi ama olsun biz yine de filmin büyüsü bozmayalım, nasıl bittiğini söylemeyelim. Lennon’un hayatındaki bu hanımlarla nasıl başa çıktığını siz keşfedin.

Filmin sitesi:
http://www.nowhereboy.co.uk/

Filmin, Lennon'ın üvey kardeşi Julia Baird'in kitabına dayanan senaryosu, Control'ün senaristi Matt Greenhalgh tarafından yazıldığını belirtelim.

Lennon, Nowhere Boy şarkısı için demiş ki,
''Bir akşam oturmuş delirmiş bir halde, bir şarkı yazmaya çalışıyordum. farklı ve güzel olsundu isteğim. beş saat başka hiçbir şey düşünmeden kendimi paraladım ve en sonunda yorgunluktan olduğum yere yıkılıp kaldım. yerde uzanırken birden kendimi bir hiç adam olarak gördüm. neydi tüm bunlar? ve birden şarkı orada çıkıverdi''



Bir Beatles filmi de yolda:

Brit rocker Gallagher, ilk yönetmenlik denemesinde müziği merkeze alıyor. Gallagher’ın ilk film projesi, Oasis grubunun sürekli kıyaslandığı Beatles’la ilgili olacakmış.

Gallagher’ın son yıllarda çekilecek en büyük Beatles biyografisi olacak filmi, Richard DiLello’nun 1972 tarihli kitabından uyarlanacak  ve grubun 1967 ile 1970 tarihleri arasındaki yaptıklarını konu alacak .


Başka bir Beatles Projesi: ki bu bir hayli marjinal.
Gördüğümüz kadarıyla, debiyat ve sinema dünyasındaki vampir istilasından Beatles da nasibini almış. Yeni çekilecek filmde, grubun üyeleri izleyenlerin karşısına zombi olarak çıkacakmış. Alan Goldsher'ın kaleme aldığı Paul Bir Zombi/Paul is Undead adlı kitap beyazperdeye uyarlanıyor. Kitap yıllar önce ortaya atılan bir şehir efsanesine göre, P.McCartney ölmüş, yerine de ona çok benzeyen biri geçmişti. 1969'da pek çok dergini kapağına "Paul is dead" manşetleri yer almıştı. Kitapta John Lennon, önce Paul McCartney'i ardından da diğer grup elemanlarını öldürüp zombiler olarak hayata dönmelerini sağlıyor. Hayranlarının öldürüp beyinlerini yiyen grup, rakipleri zombi avcısı Mick Jagger'ı da yok etmeye çalışıyorlar.
Oldukça tuhaf bir uyarlama olan filmi bekleyip görmekten başka çaremiz yok (:


Madem 1960'lardan bahsediyoruz, ayrılık gayrılık yapmayalım. Doors belgeselini de ilan edelim: ‘When You’re Strange’

Tom Cilo’nun yönettiği The Doors belgeseli 9 Nisan’da ABD’de satışa çıkacak. Johnny Depp’in sesiyle katılıp öyküyü anlattığı ‘When You’re Strange’ adlı belgeselde Jim Morrison ve The Doors üyelerinin daha önce bilinmeyen görüntülerini kullandığını belirten yönetmen, belgeselin Oliver Stone filmi ‘The Doors’taki birçok iddiayı çürütmek için hazırlandığını söyledi.
http://www.youtube.com/watch?v=hMMo3EmIfJw